Şenol KARAKAŞ
Popülizm, sistem karşıtı muhalefet içinde zaman zaman öne çıkan bir siyasi gelenektir. Bu geleneğin, sosyalizm geleneğiyle hiçbir akrabalığı bulunmamaktadır. Popülizmi, popülist politikalar yapan burjuva partilerinin eğilimleriyle karıştırmamak gerekiyor. Zira popülizm sol içinde iddia sahibi bir gelenektir ve sol adına ölülerin ağırlığını yeni kuşaklara taşıyan en zararlı siyasi eğilimlerden birisisidir.
Halk bulamacı
“Halk” kavramını hepimiz kullanı- yoruz. Genellikle, halk dendiğinde tüm yoksullara işaret ediliyor.
Günlük propaganda dilinde bu kullanımda bir sakınca yok ama popülist sol siyasi gelenek, bu kavrama özel bir anlam biçerek, sınıflar arası mücadelenin yerine, farklı çıkarlara ve farklı potansiyellere sahip sınıflar arasındaki kesin ayrımları silikleştirir.
Kökenleri Rus devrimci hareketinin emekleme çağına kadar giden popülist hareket, ya işçi sınıfını görmezden gelir ya da işçi sınıfının, öğrenciler, köylüler ve genel yoksullar hareketinin kitlesel bir bileşeni olarak değerlendirir. Siyasi dengelere, devletin uyguladığı şiddete, örgütlenme alanlarında açılan fırsatlara göre zaman zaman aydınlara, zaman zaman öğrencilere, zaman zaman “mahallelere” ve zaman zaman da sendikalara ya da “fabrikalara” dönüş taktikleri izlemesi, popülistlerin sadece fırsatçılığının ürünü değil. İçinde yaşadığımız toplumsal örgütlenmenin temel işleyiş dinamiklerinin yarım yamalak farkında olmaları, bu toplumsal örgütlenmenin belirleyici güç mücadele alanını açan sınıf farklılıklarını kavrayamamaları, popülistlerin temel sorunu.
Çarpıtılmış marksizm
Bu temel sorun, istisnasız tüm ülkelerdeki belirgin popülist geleneklerin, “bize özgü kapitalizm” analizleri yapmasınan neden oldu. Kapitalist sistemin küresel örgütlenmesi ve eşitsiz ve bileşik gelişimi ve bu gelişimle aynı yaşta olan işçi sınıfının şekillenmesi kavranmayınca, acil eylem ihtiyacı çarpıtılmış teoriyle elele gitti. Marksizm yerine marksizmin karikatürü olan analizler devreye girdi bazen köylülüğün önlenemez gücüne, bazen öğrencilertin inanılmaz fedakarlığına vurgular yapıldı.
“Bize özgü kapitalizm” bize özgü mücadele tarzlarını gerektireceği için, aslında hiçbirisine özgü olmayan, terör yöntemlerinden, köylü ayaklanmaları hazırlamaya, “kırların şehirleri kuşatması” için çabalamaktan, şehir gerillası efsaneleri yaratmaya kadar sayısız ama özünde her birti elitis olan mücadele yöntemi popülist geleneğin mücadele dönemleri kataloğunun ciddi başlıklar haline geldi.
Marksizmle zoraki irtibat
Marksizmin itibarı en yüksek gelenek olması, bu birbirinden garip ve aynı ölçüde marksizmle ilişkisiz mücadeel deneylerinin ve bu deneylerin teorleştirilmiş şekillerinin marksizm içine tıkıştırtılması sonucunu doğurdu. Marks’ın kapitalizmin en kapsamlı analizi olan eleştirisi, o kadar etkileyiciydi ki, bu analizin ulaştığı temel mantığı, sosyalizm mücadelesinin işçi sınıfının kendi eseri olacağı vurgusunu eksik, yetersiz ya da yanlış bulan tüm akımlar gibi popülist akımlar da hiçbir rahatsızlık hissetmeden kendilerini marksist geleneğin içinde gördüler. Böyle anlattılar.
Rusya’daki gibi Türkiye’de de “halk bulamacı”nı savunan siyasi gelenekler, tarihsel popülist geleneğin heyecanını, analizlerini, milliyetçiliğini, ikameciliğini, şiddet severliğini, suikastçiliğini marksist teoriyle allayıp pullayıp kullanmaya devam etti.
Kahramanlık destanı
Devletle mücadele ettiği ölçüde devrimci bir yana sahip olan popülist, genel olarak sisteme karşı, kapitalist üretim sürecinin bütününe karşı mücadele etmediği, bu mücadeleyi sürükleyebilecek tek toplumsal güç olan işçi sınıfının kendi eylemine yardımcı olmanın devrimcilik olduğunu fark edemediği için, kendi tarihini ikamecliğin yıldızlar geçidin dönüştürmeyi başarabildi.
Popülist gelenek, bu yüzden, sıradan insanların kitlesel eyleminin yaratıcı gücü yerine, kahramanlar geçidinin ikameci cazibesine sahip çıkar.
Lenin, popülistlerin görüşlerinin işçi hareketine zarar verdiğini düşündüğü için, popülistlerin bir kanadıyla yaptığı en önemli tartışmayı kasıtlı bir şekilde şu sözlerle tamamlıyordu: “İşçi, sermaye tarafından ezildiğini, savaşımının burjuva sınıfa karşı verilmesi gerektiğini görmeden edemez. Ve o anki ekonomik gereksinmelerinin karşılanmasını, maddi koşullarının iyileştirilmesini amaçlayan bu savaşım, kaçınılmaz olarak, işçilerin örgütlenmesi isteminde bulunur ve, kaçınılmaz olarak bireylere karşı değil, bir sınıfa, çalışan halka, yalnız fabrikalarda değil, her yerde baskı ve zulüm yapan sınıfa karşı bir savaşım haline gelir, işte bunun için, fabrika işçisi, tüm sömürülen nüfusun en önde gelen temsilcisinin ta kendisidir. Örgütlü, sürekli bir savaşımdaki bu temsilcilik işlevini yerine getirebilmesi için, onu ‘umutlar’la gayrete getirmek hiç de gerekli değildir; gereken tek şey, yalnızca onun kendi durumunu anlamasını sağlamak, onu ezen sistemin siyasal ve ekonomik yapısını ve bu sistem altında uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu anlamasını sağlamaktır. Fabrika işçisinin, genel kapitalist ilişkiler sistemi içindeki bu durumu, onu, işçi sınıfının kurtuluşu uğruna savaşımın tek savaşçısı yapar, çünkü yalnızca kapitalizmin gelişmesinin daha yüksek aşaması, büyük-ölçekli makineli sanayi, bu savaşım için gerekli maddi koşullan ve toplumsal güçleri yaratır (...) Bundan dolayı da, sosyalistler tüm dikkatlerini ve tüm etkinliklerini işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırırlar.” |