Volkan AKYILDIRIM
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünden yana olanlar harekete geçmeli ve çözüm için hükümet ile meclise basınç yapmalıdır.
Karamsarlık yayanların aksine barışa yakınız. Çözümün önünü hep birlikte açalım. Savaş yanlılarını susturalım. Akan kanı durduralım.
İmralı'da 16 kez Öcalan'la Kürt sorununun demokratik çözümü için görüşen, Oslo'da PKK liderliğiyle barış görüşmeleri yürüten, PKK liderinin çözüm önerilerini Kandil'e götüren, süreci koordine eden MİT yöneticileri başta Müsteşar Hakan Fidan olmak üzere "KCK davasını" yürüten polis ve savcılar tarafından sanık yapılmaya hatta tutuklanmaya kalktı.
MİT heyeti aslında devlet ve hükümetin heyetiydi. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Öcalan ve PKK ile görüşmek için başbakanın temsilcisi olarak görevlendirilmişti. MİT müs-teşarını "KCK sanığı" olarak yargılama girişimi aslında, müzakere ile çözümün önünü nihai olarak kapatma, Kürt sorununu barışla değil savaşla çözeceğini iddia eden 90 yıllık baskı politikalarına güç kazandırma girişimiydi.
Savaş isteyenler müzakere ile çözüm yanlılarına karşı
İlk başta oluşan ve kafaları karıştıran toz duman kısa sürede çöktü. Mevcut büyük kapışmanın savaş yanlılarının müzakere ile çözüm yanlılarını susturma girişimi olduğu görüldü. Mevcut kavganın taraflarının "cemaat ile AKP" değil çok geniş bir savaş koalisyonu ile farklı güçlerden oluşan barışçıl çözüm isteyenler arasında gerçekleştiği anlaşıldı.
İmralı'da barış görüşmeleri yürüten heyete yapılan saldırı bir sürecin son halkasıdır. 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi oluşan havaya karşı BDP'li vekillere karşı YSK darbesiyle başlayan süreç, askeri operasyonlarla ilerlemiş, Oslo'da PKK ile devlet arasındaki görüşme tutanaklarının çarpıtılarak sızdırılması ile devam etmiş, Uludere katliamı ile doruğuna çıkmıştır.
Savaş koalisyonuna uygun zemini AKP hazırladı
Son kapışmada hedef Erdoğan ve AKP olsa da bu süreci hazırlayan yine hükümetin kendisidir. Hükümet, 2009'da başlattığı Demokratik Açılımı, silahlarını bırakıp Habur'dan gelen evlatlarını karşılayan yüz binlerce Kürdün sevinç gösterileri bahane edilerek kapatılmıştı. Herkes çözüm beklerken hükümet "KCK operasyonlarıyla" Kürt sorununu çözeceğini iddia eden savaş yanlısı görüşe destek vermişti.
3 yılda 6.300 BDP'li tutuklandı. Çatışmalar devam etti. Hem devlet heyeti hem de Kürt hareketi tarafından "olgunlaştığı" söylenen barış görüşmeleri kesildi. "KCK tutuklamalarıyla" Kürt halkını özgürleştireceğini iddia eden hükümet kendi başlattığı askeri ve siyasi operasyonların hedefi haline geldi. Hedef sadece AKP değildi. Hükümetin "PKK'yi yok ederek Kürt sorununu çözme" hevesi barış için tek muhatap olarak kabul ettiği Öcalan'ın, Kürt halkıyla arasına mesafe koymayan barış yanlılarının, 2 milyon 700 bin Kürdün oy verdiği BDP'nin susturulmasına vardı.
AKP'nin Kürt hareketine karşı kendini darbeyle devirmek isteyen generallerle ve yargı bürokrasisiyle kurduğu ittifak müzakereyle çözümü yok etmeye dönük bugünkü saldırıyı hazırladı. Ergenekon'a karşı çıktığını söyleyen Zaman gazetesi yazarları, CHP, MHP, yargıçlar, polis şefleri ve generallerle Kürt düşmanlığı etrafında birleşti. Hakim ulus milliyetçiliğinin bayrağı altında buluşan savaş cephesinin müdahalesi 90 yıldır süren vesayet rejiminin olduğu yerde durduğunu da gösterdi. Aynı zamanda demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın önündeki engeller de açığa çıktı. PKK ve Öcalan'la yaptığı görüşmeleri kendi halkından saklayan, savaş çığlıkları atan AKP hükümetinin korkaklığının yarattığı sonuçların ne kadar vahim gelişmelere yol açabileceği de anlaşıldı.
Akan kanı durdurmanın yolu
Savaş isteyenler yenilmeli, müzakere ile çözüm isteyenler kazanmalı. Savaş koalisyonunu yenmenin yolu "KCK davasına" bakan bir savcıyı, 11 polisi görevden almak, MİT Müsteşarı Fidan için yasa çıkartmak değildir. Çözüm için:
- Kürt halkının siyasi temsilcilerini susturma girişimi olan "KCK soruşturması" derhal bitirilmelidir. Tutuklu 6300 BDP'li hakkındaki suçlamalar düşürülmelidir. Hapishanelerde tutulan toplam 8 bin Kürt için, dağdakileri ve Avrupa'dakileri de kapsayan bir politik af ilan edilmelidir.
- Kürtlere karşı kullanılan 12 Eylül yasaları ve uygulamaları derhal kaldırılmalıdır. MİT müsteşarını 17 saatte kurtarmayı başaran hükümet Terörle Mücadele Yasası başta olmak üzere baskı yasalarını da hızla kaldırmalıdır.
- Hükümet ve meclis, Öcalan'a çözüm için çağrı yapmalıdır. PKK liderinin İmralı'da tecridine son verilmeli ve sürece özgürce müdahale etmesinin önü açılmalıdır.
- Müzakere yeniden başlamalıdır. Bu kez kapalı kapılar arkasında açık ve şeffaf olmalıdır.
- Yeni anayasada Kürtlerin haklarının tanınacağı hükümet tarafından ilan edilmelidir. Özgürlüklerin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
Son büyük kapışma, barışa ne kadar yakın olduğumuzu da göstermiştir. Mecliste hükümet adına konuşan Adalet Bakanı Ergin, müzakereyi savunmuş, "ihtiyaç olursa" yeniden Öcalan ve PKK ile masaya oturacaklarını ilan etmiştir. Türkiye halkları savaş ajitasyonunun taraflarca yüksek sesle yapıldığı dönemlerde bile müzakerenin devam ettiğini öğrenmiştir. Kamuoyu araştırmaları toplumun yüzde 67'sinin müzakere sürecini desteklediğini ortaya koymuştur.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünden yana olanlar harekete geçmeli ve çözüm için hükümet ile meclise basınç yapmalıdır.
Karamsarlık yayanların aksine barışa yakınız. Çözümün önünü hep birlikte açalım. Savaş yanlılarını susturalım. Akan kanı durduralım.
Tarafsız kalınabilir mi?
Ergenekon soruşturmasına bakıp "yesinler birbirlerini" diyen tutum, savaş yanlıları ile müzakereciler arasındaki kapışmada da kendini gösterdi. Olan biteni "AKP'nin iç çatışması", "devlet içindeki güçlerin kavgası", "demokrasi ile ilgisi olmayan bir şey" olarak niteleyenler bu çatışmada tarafsız kalmamızı öneriyor. Sosyalist tavır diye önümüze sürülen bu tutum marksizme kökten karşıdır.
Karl Marks, Louis Bonaparte'in 18. Brumaire adlı kitabında Fransa'da 2 Aralık 1851'de gerçekleşen darbeyi ele alır. Bonaparte'ın darbesi 1848 devriminde ayaklanan işçi sınıfına karşı olduğu gibi küçük burjuvaziye, krallık karşıtı cumhuriyetçi burjuvaziye de karşıdır. Marks, cumhuriyetçi burjuvazi ile kralcı büyük burjuvazi arasındaki kapışmaya "yesinler birbirlerini" dememiştir. Aksine bu kavgada hakim olan büyük burjuvazinin yenilmesini, işçi sınıfının kapitalist toplumun döngüsünden kurtulması için, özgür bir toplumu yaratacak pozisyonu kazanması için gerekli görerek darbeye karşı çıkmıştır.
Kapitalist toplumda yaşanan her bunalım sınıf mücadelesinin bir ürünüdür. Egemen sınıfın çeşitli parçalarının kendi aralarındaki kapışmalar aynı toplumun parçası olan işçi sınıfını da yakından ilgilendirir. Devrimci sosyalistler "tarafsızlık" pozisyonu almazlar aksine egemen sınıfın kendi iç kapışması olarak görünen her olaya, bu çatlakları derinleştirmek için müdahale ederler. Tarafsızlık siyaseti ise aslında bir taraf olmaktır; Hakim olana karşı çıkmayarak ondan yana bir tutumdur ki işte bu egemen sınıfın bir kanadının bayrağı altına geçmektir.
MİT yasasındaki değişikliğe 'yetmez ama evet' denebilir mi?
İmralı'da Öcalan'la barış görüşmeleri yapan MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı "KCK davası" sanığı olarak yargılayıp Kürt sorununun müzakere yöntemiyle çözümünü engellemek isteyenlere karşı hükümet MİT yasasını değiştirerek yanıt verdi. MİT'in, yani devletin gizli istihbarat örgütünün tepesindeki müsteşar hakkında artık başbakanın izni olmadan soruşturma açılamayacak.
Barış görüşmeleri yürüten Hakan Fidan'ı korumak için yapılan bu değişiklik Kürt sorununun barışçıl müzakere yoluyla çözümünü savunanları ikiye böldü. Cengiz Çandar ve Tarhan Erdem gibi birçok barış yanlısı MİT yasasındaki değişikliğe "yetmez ama evet" dedi.
Barış müzakerecisi MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı korumak, dolayısıyla müzakereyle çözümü korumak gibi iyi bir amaca sahip görünse de devletin gizli örgütünün başındaki kişiye bir tür dokunulmazlık kazandırmak, devlet adına işlenebilecek suçlara özgürlük tanımak demek.
MİT müsteşarlarının soruşturulmasının başbakanların iznine tabi kılınmasına "yetmez ama evet" demek doğru bir tutum değildir. Açık ya da gizli, devletin bütün kolluk güçleri sivil mahkemelerde yargılanmalı. Korunmamalılar, kollanmamalılar.
Savaş yanlılarının önünü kalıcı olarak kesmenin yolu yamalı bohçaya dönmüş 12 Eylül yasalarına neşter vurmak değil bunları çöpe atmaktan geçiyor; Bütün anti-demokratik uygulamalarla birlikte.