Yıldız Önen
2013 Kürt sorununda ilklerin yaşandığı bir yıl olarak tarihe geçecek. Geçen yıl binlerce Kürt tutuklunun ölüm sınırına yaklaşan açlık grevlerinden Abdullah Öcalan’ın önerisiyle vazgeçmelerinin ardından Türkiye’de devletinin de toplumun da çok alışık olmadığı gelişmeler yaşandı.
Bu gelişmelerin başında önce Abdullah Öcalan’ın ve hemen ardından da PKK’nin meşrulaşması geldi. Hükümet yetkilileri nedense Abdullah Öcalan’ın Kürt hareketi üzerindeki etkisini ölçme ihtiyacı hissettiler ve her defasında kendini gösteren bu etki, açlık grevleriyle bir kez daha tescil edilmiş oldu.
Paris’te öldürülen üç PKK üyesi devrimcinin cenazesi çözüm sürecinin bir evresine dönüştürüldü. Cenazede hiçbir olay çıkmadı. Aylarca kendisinden haber alınmayan Abdullah Öcalan’la BDP heyeti görüşmelere başladı. Sonunda 21 Mart günü geldi. 21 Mart 2013, tarihi bir gün oldu. Olayların çıktığı, yüz binlerce insanın katıldığı ve her defasında devlet şiddeti nedeniyle insanların yaralanması ya da ölmesiyle sonuçlanan Newroz etkinliklerinde, Abdullah Öcalan’ın mesajı okundu. Mesaj hem Kürtçe hem de Türkçe okundu ve televizyonlardan canlı yayınlandı. Devletin bir numaralı düşmanı, bir kaç dakika içinde Türkiye’de ‘’düşük yoğunluklu savaşın’’ sona erdiricisi, barış sürecinin en önemli politik figürü haline geldi.
Abdullah Öcalan’ın mesajı sıradan bir çağrı değil stratejik bir değişikliğin de ötesinde, silahlı mücadele döneminin sona erdiğini, artık demokratik, kitlesel mücadeleler döneminin başladığını ve bu dönemde önemli olanın fikri tartışmalar olduğunu vurguluyordu. Mesaj, Kürt halkı tarafından coşkuyla karşılandı. Sadece Kürt halkı değil, batıda Kürt halkının özgürlüğü için mücadele eden demokratlar ve sosyalistler açısından da moralleri yükselten bir politik iklimin oluşmasında Abdullah Öcalan belirleyici oldu. Böylece umut verici bir dönem daha da sağlamlaşan adımlarla ilerlemeye başladı. Akil İnsanlar heyetinin oluşması umutları daha da pekiştirdi.
2013 yılı, bir Kürt isyanının liderinin ve bu isyana önderlik eden hareketin ilk kez devlet tarafından meşru bir siyasi figür olarak muhatap alınmasıyla da tarihe geçecek. Çözüm sürecinde, esasında tüm adımlardan daha büyük bir politik öneme sahip olan gelişme bu. Bu, çözüm sürecinin kalıcı bir barış sürecine evrilmesini garanti altına alacak olan müzakerelerin başlaması anlamına geliyor. Aylar boyunca gelgitlerle devam eden sürecin ana karakteri, müzakerelerin sürmesi ve çatışmaların sona ermiş olması.
Kürtler kandırılıyor mu?
Çözüm süreci Kürt hareketinin dışında kalan, esas olarak da Kürt halkının kendi kaderini istediği gibi tayin etmesi konusunda hiçbir fikri olmayan, böyle bir ilkenin deli saçması olduğunu düşünen, Kürtleri aşağılayan, görmezden gelen çevrelerde bir tepki yarattı ve çözüm sürecinin en önemli tehdidi, bu tepkinin Kürt hareketi üzerinde yarattığı basınçtan aldığını söylemek mümkün. Bu tepki, özetle, kendileri Kürt halkının tüm haklarının garanti altına alınmasını istiyormuş gibi gösterip, aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın AKP ile barış masasına nasıl oturabildiğini sorgulayan yaklaşım sahiplerinden geliyor. ‘’AKP ile barış mı olur?’’ diyerek analiz yapanlar, süreci ‘’AKP’nin barışı’’ diyerek lekeledikten sonra, aslında Kürt hareketine hiçbir şey önermiş olmuyor.
Bu yaklaşımın ilk yanılgısı, süreci AKP’nin barış süreci olarak adlandırmasında. Gelişmeler neden Kürt halkının, Kürt hareketinin ve Abdullah Öcalan’ın mücadelesinin, deneyimlerinin ve kararlılığının değil de AKP’nin süreci olarak görülüyor? Aynı AKP, KCK tutuklamaları sırasında da hükümetteydi, DTP kapatılırken de, BDP’ye yönelik hakaretleri arka arkaya sıralarken de. Aynı Tayyip Erdoğan, açlık grevlerinin en başında, hem BDP’lilere hem de açlık grevi yapanlara yönelik aşağılayıcı dili kullanıyordu.
Ne oldu? Bir anda barışsever mi oldu, AKP ve liderliği? Değil elbette. Yakın zamanda hem 2011 seçimlerinde hem de sivil itaatsizlik eylemlerinde ve son olarak açlık grevlerinde Kürt halkının her türden yaratıcı mücadelesinin sayısız alternatife sahip olduğu, mücadele içinde seçimlerde aldığı yüksek oyların da gösterdiği gibi kazanım elde ettiği ve en önemlisi savaş politikalarıyla Kürt hareketini geri adım atmayacağı kesinleşmiş oldu.
Bir yandan da hem Suriye’de hem Irak’ta gelişen Kürdistan, Rojava özerk bölgesi, Kürt sorununun Türkiye’de bürüneceği biçimlerin tüm bölgede belirleyici olacağını ve bölgedeki her gelişmenin de Türkiye’de Kürt sorununu etkileyeceğini gösterdi. AKP Kürtlerin haklarını kazanmasına bayıldığı, Abdullah Öcalan’a hayran olduğu için değil, başta Türkiye’de olmak üzere Kürt halkının 21. yüzyılda özgürlük mücadelesini hem Irak hem de Suriye’de de geliştirme gücüne sahip olduğunu gördüğü için çözüm süreci başladı.
Kısacası, Kürt halkı, kendi mücadelesinin, kararlılığının ürünü olarak barış sürecinin itekleyicisi, sürdürücüsü oldu. Süreci AKP’yle barış mı olur diyerek karalamaya çalışanlar masanın diğer tarafında oturan Kürtleri küçümsüyor, Kürt halkının iradesine, kararlarına çamur atıyor ve Kürtlere sadece ve sadece sonsuza kadar savaşmasını öğütlüyor.
Siyasal bir sorun
Kürt sorunu ne sadece anadilde eğitim ne de sadece KCK’li tutuklular sorunudur. Kürt sorunu, klasik bir sömürgecilik politikasından kaynaklanan her yönüyle siyasal bir sorundur. Bir halkın varlığının inkar edilmesi, reddedilmesi ve asimilasyona uğratılmak istenmesinden kaynaklanan bu sorunun ortaya serilmesi ve kavranmasında bu yüzden ne sadece askeri yan ne de kültürel ve hukuki alanlar tek başlarına ele alınamaz. Sorun, bir halkın nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamasının siyasal düzeyde garanti altına alınıp alınmayacağı ile belirlenebilir ve bu yüzden anadilde eğitim hakkı, KCK’li tutukluların durumu, toplumsal, ekonomik ve hukuksal ve anayasal tüm düzeyler bir bütün olarak ele alınmak zorundadır.
Onlarca yılın karmaşık çelişkilerinin biriktiği bir sorunun ise bir günde çözülmesini beklemiyoruz. Çözüm süreci bu yüzden sayısız dinamiğin etkisiyle gelgitler yaşıyor, bir gün içimiz çok rahatken bir diğer gün süreç bozuluyor mu diye düşünmeye başlıyoruz. Buna gerek yok! Masada bizler oturmuyoruz. Masada, Kürt halkı, Kandil, BDP ve Abdullah Öcalan oturuyor. Kürt sorununun siyasal bir sorun olduğunu ve sorunun çözümü için Kürt halkının varlığının tanınması ve haklarının her düzeyde garanti altına alınması gerektiğini düşünenlere düşen, sürecin her adımında ‘’Ah, vah’’ etmek değil, sürecin Kürt halkı lehine işlemesine yardımcı olmak için aktif bir mücadele sürdürmektir.
Her hangi bir egemen sınıf partisi gibi, AKP de çözüm sürecini, Türkiye devletinin, Türkiye egemen sınıflarının çıkarlarının sürdürülebilirliğini garanti altına almak için başlattı. AKP’nin çözüm sürecinden beklentisi, Kürt halkının haklarının asgarisiyle yetinmesini sağlama almak, PKK’nin silahsızlanması ve Ortadoğu politikalarına müdahil olurken daha istikrarlı bir iç politik koşula sahip olmak. AKP liderliği açısından TRT Şeş, aslında yeterliydi. Kürtçe yayın yapan bir tv kanalının giderebileceğinden çok daha köklü bir sorunla karşı karşıya olduklarını da biliyorlardı.
Kürt halkının mücadelesi ve batıda zaman zaman etki yaratan barış mücadelesi, artık Kürt halkının varlığının inkar edilmesinin mümkün olmadığı bir siyasal düzey yarattı. Şimdi sorun, çözüm sürecinin de kaderini belirleyecek olan, Kürt halkının siyasal varlığının hangi sınırlarda tanımlanacağı sorunu. Bu tanımlamanın anayasal düzeye nasıl aktarılacağı. Sorunun bir kutbunu oluşturan Abdullah Öcalan’ın ve PKK kadrolarının kaderinin ne olacağı tartışması, bu yüzden PKK’nin elini güçlendirmek için öne sürdüğü bir zorluk başlığı değil, Kürt sorununun siyasal-demokratik çözümü sürecinin üzerinden atlayamayacağı bir sorun alanıdır. Kürt halkı açısından anadilinde eğitim hakkı ne kadar önemliyse, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin organik bir toplamı ve ifadesi olan PKK’nin kaderinin ne olacağı, Kürt siyasal hareketinin genel siyasal alanın meşru bir parçası olup olmayacağı da o kadar önemli.