Roni Margulies

CHP, İşçi Partisi, TKP gibi devlet kurumları 29 Ekim günü “Cumhuriyet’i korumak” için sokaklara döküldü.Hemen ardından, Meclis’te başörtüsü giyerek Cumhuriyet’i acımasızca tehdit eden kadın milletvekillerine karşı “koruma” operasyonuna devam ettiler.

Ne yalan söyleyeyim, Cumhuriyet’i korumak gerektiğini ben de düşünüyorum. Kraliyetten, padişahlıktan, hilafetten daha iyidir cumhuriyet. Koruyalım. Sakın ha, kraliyet kurulmasına izin vermeyelim.

Düşünebiliyor musunuz? “Kral III. Muhittin”, “Kraliçe IV. Gamze” veya “Prens Gıyasettin”. Olmaz.

Korunan ne?

Ama sokaklara dökülenler “Cumhuriyet” deyince ne anlıyor? Neyi koruyorlar? Herkes Türk olacak, Türkçe konuşacak, Türk olduğu için mutlu olacak. Herkes aynı düşünüp aynı giyinecek. Kimse fazla dindar olmayacak. Ve uygun davranmayanları Türk Silahlı Kuvvetleri halledecek.

CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, bir iki yıl önce Cumhuriyet Bayramı töreninde 1. Ordu Komutanı Org. Yalçın Ataman ve subaylara dönerek, “Sizin korumanız gereken Cumhuriyet’e biz sahip çıkıyoruz” diye bağırmıştı. Türkçesini söylersek: “Darbe yapsanıza lan, daha ne bekliyorsunuz!”

Yani korudukları şey, “cumhuriyet” filan değil. “Türkiye Türklerindir” ilkesini, Türk milliyetçiliğini, mevcut hâliyle Türk devletini koruyorlar.

Bazı kafalar kesilecektir

Türkiye’de “Cumhuriyet korunmalı mı, korunmamalı mı?” şeklinde bir mesele yok. Demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik, insanca yaşamak gibi sorunlar var. Cumhuriyet’i koruduklarını iddia edenlerin böyle dertleri var mı? Yok. Var deseler de, yalan.

Gerçek sorunların çözümü için, en başta demokrasi için mücadele etmek gerekir. Demokrasinin olmadığı yerde ne talepler dile getirilebilir, ne bu talepler için mücadele edilebilir. Cumhuriyet’i koruyanlar “Atatürk’ün Cumhuriyeti” diye bir şeyi koruyor, 1923’te kurulan düzeni özlemle yad ediyor. O korudukları şeyin, o özledikleri düzenin demokrasi anlayışı nasıldı?

Örneğin, Meclis’te “saltanat” meselesi tartışılırken Atatürk tartışmayı şu demokratik sözlerle sonlandırır:

“Efendiler! İçinde bulunduğumuz şartlara rağmen safsatayla, münakaşayla, nazariyatla vakit geçirdiğimizi görüyorum. Hakimiyet ve saltanat hiç kimseye ilim icabıdır diye münakaşa ile mügalata ile verilmez... Bu, olmuş bitmiş bir durumdur. Mesele, ‘hakimiyet ve saltanatı bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız’ meselesi değildir. Mesele bu zaten olmuş bitmiş durumu ifade etmektir. Bu herhalde ve mutlaka olacaktır. Burada toplananlar meclis ve herkes meseleyi bu şekilde görürlerse fikrimce uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat ifade olunucaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Erken Cumhuriyet dönemi tarihçisi Mete Tunçay şöyle yazıyor:

“Tek-parti yönetimini, milletvekillerinin bir tek-seçici tarafından atanmasını, iki-dereceli (ilk derecesinde çok düşük katılmalı), açık oylamalı, gizli saymalı seçimler, göstermelik kurumları, eğitim ve kültürün propaganda aracı kılınmasını, tarihte ve dilde girişilen Turancı sözde-fetihleri, basında sansürü aşan, hiç yazdırmamaları ya da yalnız dilediğini yazdırmaları ve Atatürk döneminin daha birçok özelliklerini bugün için savunma olanağı var mıdır?”

Olanağı var mıdır, bilmem, ama savunanlar olduğu kesin. Tam olarak neyi savunduklarını yine Mete Tunçay’ın kaleminden okuyalım:

“Atatürk’ün halkçılıktan, geniş katılmalı bir demokrasiyi değil, yalnız anti-monarşizmi, statü ayrıcalıklarına düşmanlığı anladığı açıktır. Muhalefetten hiçbir zaman hoşlanmamış, muhaliflerin varlığına katlanmak zorunda kaldığı zamanlarda da, onlara adeta askeri bir taktik uygulamıştır. [Önce ‘sol’, sonra ‘sağ’] muhalefete karşı, önce bölmek ve bir bölümünü ele geçirmek, daha sonra öteki bölümünü aşırılığa iterek, en sonunda büsbütün yasaklatmak yöntemini izlemiştir... 1925’in ilk yarısından itibaren, Türkiye’de muhalefete ve dolayısıyla siyasete yaşama hakkı tanınmamıştır. Milletvekilleri onu [Atatürk’ü] değil; o, milletvekillerini bir bir seçmiştir.”

Cumhuriyet’i savunanlar Kemalist devletin anti-demokratikliğini, baskıcılığını, ceberrutluğunu savunuyor. Tek parti geleneğini ve bu geleneğin yönetim anlayışını savunuyor. Bu geleneğin siyasî taşıyıcısı CHP olduğuna göre, şaşırtıcı olan CHP’nin üç günde bir Silivri ziyaretleri yapması değil, kendisini sosyal demokrat bir parti zannetmesi.

Ya AK Parti?

CHP’nin hâli böyleyken, AK Parti ne âlemlerde? Demokrasiyle arası nasıl?

Bu soruyu bugün sormak biraz gülünç oldu, özür dilerim.

CHP için de, AKP için de, mesele Türk devletinin bekası olunca, geri kalanı teferruattır. En çok da demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik, insanca yaşamak gibi konular teferruattır.

Kaynak:

Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası