Ümit İzmen
Türkiye 17 Aralık’tan bu yana rüşvet ve yolsuzluk soruşturması ile çalkalanıyor.
Yolsuzluk kapitalizmde olağandır. Eğer siyasetçi aldığı kararla, çıkardığı kanunla, yaptığı imar değişikliği ile birilerinin serveti üzerinde büyük bir etki yaratabiliyorsa, bunun mümkün kılan sistem beraberinde yolsuzluk ve rüşveti bir yan ürün olarak üretir. Bu nedenle yolsuzluk ve rüşvet, o ya da bu ülkenin, şu ya da bu siyasi partinin meselesi değildir.
Ahbap-çavuş kapitalizmi olarak adlandırdığımız, devlet ve işadamı arasındaki mesafenin çok kısaldığı, kayırmanın vaka-i adîyeden olduğu durumda hem yolsuzluk ve rüşvet, hem de devlet eliyle iktidara bağlı zenginler yaratma uygulamaları vardır. Bu Türkiye’de olduğu kadar, Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya, Rusya’dan Libya’ya, birçok ülkede böyledir.
Türkiye’nin tüm tarihi de rüşvet ve yolsuzluk hikayeleri ile doludur. Bugünün orta yaşlıları, daha 1980’lerde zamanın başbakanı Turgut Özal’ın “benim memurum işini bilir” diyerek devlet memurları arasında rüşvetin standart bir uygulama olduğunu ifşa etmesini gayet iyi hatırlar. Daha önceki hikayeleri ise tarih kitaplarından okuyup öğrenmek mümkündür.
Rüşvet hikayeleri ortaya saçılınca, yakalananlar için öfkelenmemek mümkün değil. Ama su yüzüne çıkan haksız kazançlar kadar ve aslında onlardan çok daha önemli olan su altında gizlenen yolsuzluk mekanizması.
Yolsuzluğun ekonomik boyutu
Bir kamu bankası genel müdürünün evinde ayakkabı kutusunda bulunan 4.5 milyon dolarda bir acayiplik olduğu kesin. Türkiye’de mütevazi bir hayat sürdürebilmek için çok zorlu koşullarda çalışan milyonlar için, hayalinin bile kurulması zor bir para bu. Ama meseleyi ayakkabı kutusundaki 4.5 milyon dolara indirgeyince, olayın özü gözden kaçıyor.
Diğer yandan mesele, hükümetin bakanları tarafından iddia edildiği gibi ekonominin zarar görmüş olması da değil. Oğlu yolsuzluk soruşturmasından tutuklandıktan sonra görevinden ayrılan bakanın yerine gelen yeni ekonomi bakanının yaptığı açıklamaya göre, yolsuzluk soruşturmasının ekonomiye maliyeti 120 milyar doları buldu. İktidara göre bu tutar, devlet içindeki çetenin yaptığı yolsuzluk soruşturmasının vatandaşa maliyeti. Öte taraftan bu tutarı yolsuzluğun boyutu olarak yorumlayanlar da oldu.
120 milyar doların arka planında piyasa göstergelerindeki bozulma var. Gerçekten de son iki hafta içinde gösterge faiz oranları %10’un üzerine yükseldi, borsada %13 geriledi, 2 milyar dolara varan yabancı sermaye çıkışı görüldü, TL’deki değer kaybı %6’yı aştı. Türkiye’de GSYH’nın 800 milyar dolar olduğunu hesaba kattığımızda, 120 milyar dolarlık zarar GSYH’nın %15’i.
Ama bu zarar, şu anda halkın cebinden çıkan bir para değil. Piyasa göstergeleri üzerindeki bu bozulma, şimdilik sadece serveti olanları üzer. Ama bir süre sonra artan enflasyon, düşen üretim, yükselen işsizlik üzerinden geniş halk yığınlarını da etkiler. Dolayısıyla mesele, “zenginin parası, züğürdün çenesini yorar” kadar basit değil.
Borsa da kaybedecek paramız olmasa da, yolsuzluk meselesinde buzdağının su altında kalan kısmı hepimizi çok yakından ilgilendiriyor.
Yolsuzluğun siyasi rant boyutu
Esas mesele, iş insanları ile siyasetçi ve bürokratın kurduğu iki yönlü ilişkinin ürettiği siyasi rant ve ekonomik rantta gizli. Bu soruşturma sürecinde de ortaya dökülenlerden anladığımıza göre, imar planlarındaki bir değişiklik, projelerde büyük kârlılık farklılıklarına yol açıyor. Aslında bunu bilmek için bu ifadeleri okumaya da gerek yoktu. Yıllardan beri imar planlarındaki değişiklikler hepimizin gözleri önünde yapılıyor. Bir bakıyoruz yeşil alan olarak tescillenmiş bir yer belediyeye satıldıktan sonra, imar planı değiştiriliyor; tanıdık bir müteahhide devrediliyor, üzerine AVM yapılabilir hale geliyor ve tekrar bir değişiklikten sonra arsa üzerinde yapılabilecek inşaat alanı rahatlıkla birkaç katına yükselebiliyor. Şimdi bu soruşturma, bize kağıt üzerinde mümkün olanın, fiiliyatta da yaşandığını ortaya koydu.
Bütün bu mekanizma içinde siyasetçi aldığı kararlar sayesinde karşısındakine bir ekonomik güç bahşediyor. Bir anlamda sıfırdan yaratılan bir ekonomik sınıf bu. Burjuvazinin yeni zenginleştirilen kesiminin elindeki ekonomik güç, karşılık olarak siyasetçinin iktidarını devam ettirmesi için seferber ediyor. Siyasetçi iş adamını var ediyor, karşılığında iş adamı da siyasetçinin iktidarını koruma altına alıyor.
İktidar gücünü elinde bulunduran siyasetçi ve bürokrat eliyle burjuvazi yaratmak, şimdi olduğu gibi imar planları değişiklikleri, ya da İkinci Dünya savaşı sonrasının ithal ikameci döneminde olduğu gibi gümrük kotaları ve vergileri üzerinden olabildiği gibi, kamu ihaleleri ve kamu alımları üzerinden de olabilir. Hangi spesifik şekli aldığı, tarihsel koşullara, ülkeye ve uygulanmakta olan büyüme modeline göre değişiklik gösterir. Burada kritik faktör iktidarın piyasa dengelerini etkileyebilme gücüdür.
Kapitalizmin doğasındaki yolsuzluk
Kapitalist sistemde, iktidarlar az ya da çok, ama mutlaka piyasa dengelerini etkileyebilme gücüne sahiptir. Bu etki planlı kalkınma modellerinde daha çoktur ve daha açık görülebilir. Piyasanın baş tacı edildiği, neoliberal düzende bu güç örtük olarak vardır. Piyasa ekonomisi modelinde devlet belki piyasaya doğrudan müdahale etmez ama iş hayatını etkileyen her türlü mevzuat, bu etki için bir kanaldır. Siyasi otoritenin tek elde yoğunlaşması, alınan kararların etkilerinin görülmesini engelleyecek karmaşık yapılar, mevzuat değişikliklerine itirazın sonuçlanmasının çok uzun zaman aldığı iyi işlemeyen bir yargılama sistemi, ekonomik faydayı her türlü toplumsal faydanın üzerinde gören bir toplumsal zihniyet, siyasetçiye ekonomik hayat üzerinde etki yaratacak kanalları açar.
Özel mülkiyetin olduğu her yerde yolsuzluklar için zemin vardır ve bu nedenle bu tür yolsuzluklar daha seyrek olsa da gelişmiş kapitalist ülkelerde de ortaya çıkar. Ancak gelişmiş kapitalist ülkelerde siyasetçinin, belli çıkarlar doğrultusunda piyasa dengeleri üzerinde etkide bulunma kanalları diğerleri kadar açık değildir. Çünkü bu ülkelerde hem sınıf mücadeleleriyle, hem de burjuvazi içindeki farklı kesimlerin çıkar çatışmalarıyla ortaya çıkmış kurallara sahip bir demokrasi vardır. Hukuk devletinin norm olduğu yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı kalınan, şeffaflık, denetlenebilirlik ve hesap verebilirliğin siyasi hayatın parçası haline geldiği batı demokrasilerinde yolsuzluk ve rüşvet daha seyrektir.
Sistemin içindeki mekanizma
17 Aralık soruşturması sürecinde, iktidarın da, muhalefetin de işin sadece rakamsal boyutu üzerine vurgu yapmaları, yolsuzluk adını verdiğimiz bu mekanizmanın sistemin doğal bir parçası olmasından kaynaklanıyor. Fırsatını bulan her burjuva iktidarının kullanmak isteyeceği bir mekanizma bu.
Esas sorun birileri haksız kazanç elde ederken, bunun karşılığını siyasi gücü besleyerek ödemesi ve karşılıklı çıkara dayalı bir sistemin kurulması. Üstelik bu sistem yasadışı mekanizmalar ile değil, kanunlara uydurulmuş biçimde çalışıyor. Bu mekanizmadaki çarpıklığı görmeyip, sadece arada birilerinin rüşvet almasına takılmak, buzdağının altını görmemek demek. Buzdağının en altında iktidarlara kendi zenginlerini yaratma imkanı veren hukuksal sistem ve siyasi gelenekler var. Bunun üzerinde devasa bir gri alan yer alıyor. Yolsuzluk skandalları ise sular çalkalandıkça su üstünde, ara sıra görünür hale gelen buzdağının tepesi.
Bu nedenle, sistemin en tiksindirici yan ürünlerinden biri olan yolsuzluk skandallarına öfkelenmekle yetinmemek gerekiyor. Temel vaatlerinden birisi yolsuzlukla mücadele olan, ama kendi zenginlerini yaratmak için ne kadar kire bulaştığı ortaya çıkan AKP iktidarına öfkelenmek de yetmez. Yolsuzlukları mümkün kılan sistemin değiştirilmesini talep etmek gerekiyor. Bu ise daha fazla demokrasi, hukuk devleti ve şeffaflık talebi demek. Türkiye’de bu listeye ademi merkeziyetçiliği, yani yerele yetki devrini ve bütün bunları mümkün kılacak yeni bir anayasa talebini de eklemek gerekir. Aksi halde, değişen sadece iktidarlar olur. Yolsuzluk düzeni baki kalır, yeni gelen iktidar kendi büyük kapitalistlerini yaratır. Şimdi ve daha önce olduğu gibi.