Şenol Karakaş
Geçtiğimiz ay yapılan DSİP Genel Konferansı’nda, bir dizi politik ve örgütsel tespit yapıldı. Dünya, kitlesel patlamaların aniden gündeme geldiği eylemlere tanıklık ediyor. Mısır’dan Suriye’ye, Türkiye’den Brezilya’ya, İspanya’dan Yunanistan’a hükümetleri sarsan eylemlere milyonlarca insan katılıyor.
Gezi direnişi bu hareketin hem devamcısı hem ilham vericisi oldu.
Gezi direnişine toz kondurmamak, Gezi’yi karalamaya, darbeci ilan etmeye çalışan eğilimlerle tartışmak, AKP hükümetine geri adım attıran bu hareketin deneyimlerini kavramak açısından çok önemli. Bu, Gezi’nin tam da istediğimiz gibi bir hareket olmasından kaynaklanmıyor. Gezi direnişi kendiliğinden bir patlamaydı ve gücü ve zaafları bu kendiliğindenliğinde yatıyor.
İster Brezilya’da otobüs zamlarına karşı isyan dalgası olsun isterse Gezi direnişi, bu hızla patlayan kitle hareketleri, kitlesel sol partilerin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu da gösteriyor. Gösteriyor, zira, hareketler hükümetleri sallasa da, kapitalist sistemi sarsan büyük değişimlerin motoru siyasi hareketlere dönüşmesinin önündeki engel, egemen sınıfların alışkanlıklarıyla hareketleri bölmek için yaptığı müdahalelerdir. Ölü kuşakların yaşayan kuşaklar üzerindeki hegemonyasını kırmak ve hareketlerin kazanması için egemen sınıf siyasetlerini çürütmek için, hareketin tüm aktivistlerini politik bir odakta birleştiren kitlesel sol partilerin örgütlenmiş olması gerekli.
Türkiye’de böyle bir sol parti, DSİP Genel Konferansı’nda vurgulandığı gibi, antikapitalist bir parti olmalı.
8 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz konferansta, AKP’ye karşı antikapitalist özgürlükçü sol muhalefetin inşasının aciliyetine vurgu yapıldı.
AKP’yi yenmenin yolu, tabanındaki işçilerin ve yoksulların, değişimden, özgürlükten ve demokrasiden yana olanların AKP’den kopartılmasından ve kazanılmasından, eşitlik, adalet ve özgürlük isteyen tüm güçlerin bir araya gelebileceği siyasi bir alternatifin inşa edilmesinden geçiyor.
Bunun için her biri önümüzdeki dönemde ana mücadele eksenlerini oluşturan politik başlıklar, aynı zamanda kitlesel bir sol partinin kurulması açısından da değerlendirilmelidir.
1. Antikapitalist mücadele. Hükümetin emekçilerin haklarına karşı her saldırısı, mobbing uygulamalarından kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi planlarına, taşeron işçilerin maruz kaldığı adaletsizlikten sendikasızlaştırmaya kadar, zamlardan grevlerin engellenmesi ve asgari ücretin sefalet ücreti olmasına ve görülmemiş yolsuzluk ilişkilerine kadar her alanı kapitalizme karşı mücadelenin başlıkları olarak değerlendirmeliyiz. Ama antikapitalist mücadelenin bir diğer alanını da, iklim krizine, enerji politikalarına, ekosistemi mahveden çevresel yıkım politikalarına karşı politik kampanyalar oluşturacak.
2. Çözüm ve barış sürecinin Kürt halkının en büyük kazanımıyla tamamlanmasını ve en kısa sürede Kürt halkının haklarının her düzeyde tanınmasını hedefleyen politik kampanyalar yapmalıyız.
3. 2015’te 100. yıl dönümünde Ermeni soykırımının tanınması, devletin özür dilemesi, soykırımı inkar etmenin insanlık suçu olduğu konusundaki görüşün hakim hale gelmesi, Ermenilerin gasp edilen mallarının iade edilmesi için verilecek mücadele, en önemli ve etrafında sayısız gerginliğin birikeceği bir mücadele olacak.
4. Önümüzde 2015 yılına kadar üç ayrı seçim dönemi var. Bu dönemleri tüm politikalarımızın görünür olacağı, sokakta etkin bir şekilde örgütlenecek seçim kampanyalarının bir alanı olarak değerlendirmeliyiz.
DSİP Genel Konferansı, bütün bu politik kampanyaları örgütlerken, kitlesel antikapitalist bir sol partinin kurulması için mücadeleye vurgu yapması açısından çok önemliydi. Çok açık ki, AKP’nin nobranlık içeren tüm uygulamalarına karşı her mücadele fırsatını değerlendirerek ama bir yandan da ulusalcı hegemonyaya karşı aralıksız mücadele ederek sürmesi gereken faaliyet, kitlesel bir parti kuruluşuna doğru yönelecekse, bu, bugünden DSİP’in büyümesi, faaliyetinin güçlenmesi ve etkisinin daha da artmasıyla mümkün olacak.