Can Irmak Özinanır
Savaşın bitmesinden itibaren 3 milyon kişi "sosyalizm cenneti"ni değil Batı Almanya'yı tercih etmiş ve ülkeden kaçmıştı. Bu göç egemenler açısından nitelikli işgücünün kaybedilmesi anlamına geliyordu. 1959'da 145.000, 1960'ta 200.000, 1961'de ise 300.000 kişi Doğu Almanya'yı terk etti. Duvar bu yüzden inşa edildi.
Doğu Almanya "sosyalizm"in en güçlü olduğu yerlerden birisi olarak görülüyordu. Stalinizm, SSCB ve Doğu Bloku ülkelerinde ciddi biçimde sarsılmaya başladığında bile Doğu Almanya'daki rejimin ayakta kalacağı düşünülüyordu. Berlin Duvarı yıkıldığında rejimin devlet kapitalisti niteliğini görmeyen solcular yıkılan duvarların altında kaldılar çünkü yıkılanın sosyalizm olduğunu düşünüyorlardı. Oysa Doğu Almanya'yı yıkıma götüren bir bütün olarak devlet kapitalizminin krizi ve işçi sınıfının özgürlük talebiydi.
İşçilerin eliyle kurulmayan "sosyalizm"
Demokratik Almanya Cumhuriyeti, 1949 yılında II. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ile beraber SSCB kontrolü altındaki bölgede kuruldu. İşçi sınıfının "sosyalist" rejimin ilanında en ufak bir katkısı yoktu. "İşçi Sınıfının Kurtuluşu", Rus tanklarının eseri olmuştu. Doğu Almanya'da yaşanan aslında tam anlamıyla bir yağmaydı. SSCB bölgedeki işgalini sürdürürken hızlı bir devletleştirme politikası izledi. Doğu bölgesindeki fabrikalar, raylar, lokomotifler ve vagonlar sökülerek savaş tazminatı olarak SSCB'ye taşındı.
1945 yılında faşizme karşı olan bütün partiler serbest bırakıldı. Almanya Komünist Partisi ve Sosyal Demokrat hiziplerin birleşmesi sonucunda Almanya Sosyalist Birlik Partisi (SED) kuruldu. İktidara gelen SED ayrı bir yönetim kurulması yönündeki adımları hızlandırdı, 1948 yılında yeni bir anayasa hazırlanması için Volkstrat (Halk Konseyi) isimli bir konsey oluşturdu. Almanya Federal Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Halk Konseyi'nin ismi Halk Meclisi (Volkskammer) olarak değişti. Ancak halk kelimesi sadece bir isimden ibaretti, Stalinist geleneğe uygun olarak bütün güç SED'in genel sekreteri Walter Ulbricht'in elindeydi.
Doğu Almanya'da devlet kapitalizmi hızla yürürlüğe konuldu. Sanayileşmeye ağırlık verildi, hızlı sanayileşme işçilerin daha fazla sömürülmesi anlamına geliyordu.
İşçi sınıfı devlet kapitalizmine direniyor
Doğu Almanya'nın batıdaki düşmanları, "totaliter" rejim altında sömürülen Doğu Almanya işçilerinin asla başkaldıramayacağını, bu sebeple batıdan özgürlük beklemesi gerektiğini anlatmaktaydı. SSCB ve kuklası SED ise Doğu Almanya'nın işçi sınıfının desteği ile sosyalizme yürüyen bir "Halk Cumhuriyeti" olduğunu anlatıyordu. 1953'te yaşanan gelişmeler bu iki masalı da boş çıkardı.
Ağır sanayileşme sonucu yoğun bir sömürüye maruz kalmak Doğu Almanya işçi sınıfı arasında büyük bir hoşnutsuzluk yaratmıştı. Fiyatlarla karşılaştırıldığında ücretler, savaş öncesinde Hitler iktidarı altında olduğundan bile daha düşüktü. 1953 Mart'ında Stalin öldü. Doğu Almanya işçileri, SSCB içinde başlayan politik çekişmenin egemen sınıf açısından bir zayıflık olduğunu biliyordu.
15 Haziran 1953 günü bir hastane inşaatı bölgesinde çalışan 60 işçi greve çıktı. İşçilere günlük üretimlerini yüzde 10 oranında artırmamaları halinde ücretlerinin üçte birine kadar kesilebileceğini öngören bir ödeme planı dayatılıyordu. "Üretkenlik" önce gelmeliydi…
Ertesi gün işçiler başka bölgeleri de ziyaret edip gösteriler düzenledi. İşçiler, büyük yığınlar halinde grevcilere katılıyordu. Hareket hızla politikleşti, seçimlerin serbest olarak yapılması talebi işçiler arasında yaygınlaşmaya başladı. "Köle değil işçiyiz" sloganı en popüler slogandı. İki gün içinde hareket genel greve dönüştü. Hükümet rakamlarına göre, genel greve 300.000 işçi katılmıştı.
Hareket en önemli şehirleri etkisi altına almıştı. Merseburg kentinde Leuna fabrikasından çıkan 10.000 işçi devrimci marşlar söyleyerek yürümeye başladı ve polis karakolunu ele geçirdi. Halle kentinde ise 8000 demiryolu işçisi konsey bürolarını ve parti merkezlerini işgal etti. Grev, ücretler meselesini çoktan geride bırakmıştı. İşçiler hapishanelere saldırıp tutsakları serbest bırakıyor, polis karakolları saldırıya uğruyor, hâkimler dövülüyor, polisler linç ediliyordu.
Devlet mekanizmasında da çatlaklar oluşmuştu. Bazı bölgelerde polisler işçilere ateş açmayı reddediyor, askerler silah bırakıyordu. Bu bölgelerde, gizli polis (Stasi) mensuplarını işçilerin öfkesinden sadece Rus birlikleri koruyordu.
Ayaklanma kanla bastırıldı. 25.000 kişilik Rus birlikleri işçilere göre fazla güçlüydü. Sayısı tam bilinmemekle birlikte en az 19 işçi öldürüldü (bu rakamın on katı kadar olabileceği söyleniyor), 1300 işçi idam edildi. Tüm bunlara rağmen grevler sonbaharda da devam etti, fabrikalarda toplantılara giden parti yöneticileri yuhalanıyordu.
Hükümet geri adım attı. Ücretlerdeki kesinti iptal edildi, hatta bazı yerlerde ücretlere zam yapıldı. O günden sonra Doğu Almanya egemenleri her zaman kamuoyunun görüşüne önem vermek zorunda kaldı. Ancak halka baskı uygulamaktan vazgeçmediler. Doğu Almanya yöneticilerine göre ayaklanmayı başlatanlar "faşist provokatörlerdi".
Demokratik Almanya Cumhuriyeti, 1954'te egemen bir devlet olduğunu ilan etti. Bir yıl sonra kurucu üye olarak Varşova Paktı'na dahil oldu.
Berlin Duvarı
Doğu Almanya'daki huzursuzluk son bulmamıştı. Savaşın bitmesinden itibaren 3 milyon kişi "sosyalizm cenneti"ni değil Batı Almanya'yı tercih etmiş ve ülkeden kaçmıştı. Bu göç egemenler açısından nitelikli işgücünün kaybedilmesi anlamına geliyordu. 1959'da 145.000, 1960'ta 200.000, 1961'de ise 300.000 kişi Doğu Almanya'yı terk etti.
Bunun üzerine 13 Ağustos 1961 gecesi hükümet "faşizme karşı koruyucu bir kalkan oluşturmak" bahanesini öne sürerek, Berlin Duvarı'nı inşa etti.
Aynı dönemde bazı ekonomik reformlar yapıldı. 1960'larda dünya ekonomisindeki genişlemenin de etkisiyle Doğu Almanya üretimini genişletti. Sanayi üretimi 1950 ile 1974 yılları arasında yedi kat arttı. Bu, işçi sınıfına bir takım haklar verilmesini de yanında getirdi: sosyal güvenlik, sağlık, konut vs. Ancak rejimin işçi sınıfından ölümüne korktuğunun kanıtı 17 milyon nüfuslu ülkede tam 200.000 Stasi ajanı istihdam etmesiydi.
1960'lı yıllarda patlayan radikal işçi ve öğrenci hareketleri Doğu Bloku ülkelerine de yayıldı. 1968'de Prag Baharı'nın bastırılmasında Doğu Almanya da yer aldı. Huzursuzluk, Doğu Almanya'ya da yayılıyordu.
Bu dönemde Doğu Almanya, Batı Almanya ile ilişkiler geliştirmeye başladı. Batıda savaş sonrası ilk sosyal demokrat hükümet kuruldu ve Ostpolitik adı verilen bir politikayı uygulamaya koydu. Batı Almanya ile Doğu Almanya arasında ticari ve diplomatik ilişkiler başladı. 1973 yılında Doğu Almanya, Birleşmiş Milletler'e kabul edildi.
Devlet kapitalizminin çöküşü
1970'li yıllardan başlayarak kapitalizm bir bütün olarak krize girdi. Sürekli silahlanmaya dayanan soğuk savaş ekonomisi artık büyümeyi sağlayamıyordu. 1980'lere gelindiğinde batı kapitalizmi bu krizlere işçi sınıfına yoğun bir saldırı anlamına gelen neoliberal politikalarla yanıt verdi. Ancak devlet kapitalisti rejimler yeniden yapılanmaya uyum sağlayamadı. SSCB ve Doğu Bloku, batı ile olan rekabetinde geride kaldı. Batı Almanya'da işçi sınıfının durumu doğudakinden çok daha iyiydi, özgürlükler ve ekonomik durum doğudakine kıyas kabul etmezdi. Doğu Almanya işçileri bunu görüyordu.
1980'lerin başında Polonya'da gerçekleşen işçi hareketi devlet kapitalisti rejimlere korku saldı. Hem kitle hareketinden hem de ekonomik yıkımdan korkan rejimler SSCB öncülüğünde reform hareketlerine girişti. SSCB'de Gorbaçov önderliğinde Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) politikaları ile krize yanıt vermeye, bürokrasiye en az zararı vererek batı tipi kapitalizme yumuşak bir geçiş yapmaya çalıştı. Doğu Almanya, bu politikalara sıcak bakmıyordu, ancak 1989 yılında yüzlerce tatilci Prag, Budapeşte ve Varşova'da Batı Almanya elçiliklerini işgal ederek, batıya geçişlerine izin verilmesini talep etti. Macaristan hükümeti sınırı açınca, 10 binlerce Doğu Almanya vatandaşı batıya geçti.
Eylül ayında eylemler dalga halinde yayılmaya başladı, yüzlerle başlayan gösteriler kısa sürede yüz binlerce insanın katıldığı eylemlere dönüştü. 4 Kasım'da bir milyon kişi eylem yaptı, eylemlerde işçi sınıfının katılımı yüksek boyuttaydı. Gösteriler yüzünden değişmek zorunda kalan hükümet 9 Kasım'da Berlin Duvarı'ndan geçişlere izin verileceğini açıkladı. Doğu'dan milyonlarca insan Batı Almanya'ya geçti. Bu, rejimin sonu anlamına geliyordu, 1990 yılında Doğu Almanya ile Batı Almanya birleşti, Berlin Duvarı yıkıldı.
1989 devrimleri Doğu Bloku'ndaki işçilerin özgürlük taleplerinin bir sonucu olarak ortaya çıkarken, buralardaki rejimlerin işçi sınıfının iktidarı anlamına gelen sosyalizm ile hiçbir ilgisi olmadığını gösterdi.