Volkan Akyıldırım
Yeni bir kitlesel sol parti hangi toplumsal tabana dayanmalı, hangi politikaları izlemeli?
SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün'a göre işçi sınıfı yeni sol politikalarda merkezi bir rol oynayamaz:
"İşçi sınıfı demokratiktir, çünkü her zaman bir takım haklar talep eder. Fakat işçi sınıfı ilerici değildir. Çünkü işçi sınıfı üretim güçlerini geliştirme peşinde koşmaz. Aksine bu bakımdan muhafazakârdır. Mesela hiçbir sendikanın üretim gereçlerini geliştirme diye bir talebi yoktur. Bilgisayarın üretim sürecine girmesini istemez. Bu direnç de ilericilik demek değildir tabii. Bu direnç, tutuculuktur."1
Taraf Gazetesi yazarı ve 10 Aralık Hareketi üyesi Erol Katırcıoğlu İstanbul'da gerçekleşen bir toplantıda şöyle bir çözümleme öne sürdü:
"Bu hareketin tabii ki kapitalizmle bir derdi var ama sadece emek eksenli bir siyasi hareket bugün cevap üretemez. Kimlik politikalarını dışlayamayız." 2
Sadece sosyal-demokrat politikacılar değil radikal düşünürler de benzer bir yaklaşıma sahip. İtalyan otonomcu düşünür Antonio Negri'ye göre yeni sol, artık merkezi önemini yitirmiş işçi sınıfına değil, işçilerin de bir parçası olduğu "çokluk"u veri almalı.3
İşçi deyince akla gelen
Karl Marks Kapital'in ilk fasiküllerini yazdığında İngiltere'de işçi sınıfının en kalabalık kesimi hizmetçilerdi. Marks'a evde temizlik yapan hizmetçi ve bir madenci gibi ürünü taşıyarak artı-değer sürecinin gerçekleşmesini sağlayan şoför de işçi sınıfının bir parçasıydı.
Friederich Engels'e göre üretim araçları karşısında mülk sahibi olmayan, hayatta kalabilmek için emek-gücünü satmak zorunda kalan ve üretim sürecinde hiçbir denetimi olmayanlar işçiydi.
Örgütlü-örgütsüz, işçi-memur-kadrolu-sözleşmeli, mavi yakalı-beyaz yakalı, düzenli-düzensiz kentte ya da tarımda çalışanlar işçidir, kolektif emekçi sınıfın bir üyesidir.
Marks ve Engels'in düşüncesinin tersine stalinist ve sosyal-demokrat akımlar, işçi sınıfını asıl olarak sanayi işçilerinden ibaret görür.
20. yüzyıla bakıldığında işçi sınıfı hareketi, kapitalist endüstride kol emeği kullanarak çalışan "mavi yakalı" işçilerin hareketiydi. 20. yüzyılın sonunda ise bu durum köklü değişikliklere uğradı.
Batı'da sanayi işçilerinin bir parçası olduğu 1968 isyanı yenildi. Aynı dönem baş gösteren kapitalizmin krizi sonucu egemen sınıf, Keynesçi sosyal devlet politikasını reddetti ve yeni-liberal doktrini uygulamaya soktu. Sanayi işçileri kendilerini hedef alan özelleştirme, sendikasızlaştırma, sosyal hakların budanması politikalarını önleyemedi. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bazı sanayi sektörleri kapanırken ABD'de ve Çin'de olduğu gibi bazı ülkelerde sanayi işçilerinin sayısı artmaya devam edeckti.
Doğu'da sanayi, işçileri ve sınıf politikasıyla özdeşleşen Rusya ve Doğu Avrupa'daki stalinist rejimler, 1989-1991'de bizzat sanayi işçileri tarafından yıkıldı. Milyonlarca insan, "işçi sınıfı iktidarı" adı altında işçi sınıfını ilkel baskı ve sömürü koşullarında yaşatan rejimler yerine kapitalist Batı'yı seçti.
Komünist partiler bu süreçte sosyal-demokratlaşırken sosyal-demokrat akım yeni-liberal doktrinin savunucusu oldu. Kitlesel sol partilerle sendikalar arasındaki bağ koparken, işçi sınıfı temsil edilmemeye başlandı.
Yeni-liberal politikalar her alanın piyasaya bağlanmasını hedefliyordu. Finans ve sigortacılık binlerce ücretliyi istihdam eden yeni sektörler olarak öne çıktı. Sermayenin eğitime ve sağlığa girmesi binlerce ücretli emekçinin bu alanda istihdam edilmesini sağladı. 2000'lerin başında vasıflı emek, sadece üretim ya da montaj bandında çalışmakla değil, bilgisayar ve yazılım kullanmayla da tanımlanmaya başlandı. Öğretmen, doktor, çöpçü, servis şoförü de işçidir.
Dünya nüfusunun yarısı
"Deon Filmer'e göre 1990'ların ortasında dünyada 379 milyon insan sanayide, 800 milyon insan hizmet sektöründe, 1.074 milyar insan ise tarımda çalışıyor. Bunların sanayide yüzde 58'i, hizmet sektöründe ise yüzde 65'i ücretli, yani gerisi kendi işinde çalışıyor. Bu durumda dünyada üçte biri sanayi sektöründe çalışan 700 milyon ücretli işçi var. Aileleri ile birlikte bir buçuk, iki milyar insan demektir bu. Yani dünya nüfusunun üçte biri. Buna tarım işçilerini, topraksız köylüleri de eklersek, işçi sınıfının sayısı daha da artar ve dünya nüfusunun yarısı haline gelir."4
Bu hiç de Hüseyin Ergün'un bahsettiği tutucu sınıf değil. Üretimde bilgisayar kullanımı en ufak atölyelere bile çoktan girmiş durumda.
Üç kişinin yaptığı işi tek başına yapmak zorunda olan veznedar için bir para sayma makinesi ne ifade ediyorsa Tuzla'da çalışan bir tersane işçisi kaynak makinası için aynı şeyi hissediyor. Kol gücüyle treni hareket ettiren makinist yasal olarak "memur" olarak tanımlanırken içerde bilet kesen arkadaşı işçi statüsünde çalışıyor.
İşçi sınıfının devrimci potansiyeli kapitalist üretim süreci içinde tuttuğu yerden kaynaklanır. Bir işçinin çıkarı diğer işçiyle rekabet etmek değil birleşmektir. Üretimin kolektif karakteri, işçilere kolektif davranma yeteneğini verir.
Kârın kaynağı 21. yüzyılda da işçilerin ödenmemiş emeğidir. 19. ve 20. yüzyıla göre bugün devasa bir işçi sınıfı var. Grev artık sadece bir otomobil fabrikası çalışanların gücünün göstergesi değil. Okullarda, hastanelerde, havaalanlarında, devlet dairelerinde de yapılabilir. Genel grevin etki gücü ise kat be kat arttı.
İşçiler ve politika
Yeni bir kitlesel sol parti ihti- yacı tam da buradan doğmaktadır. Siyasetteki boşluk, son 20 yıl öncesine kadar CHP tarafından temsil edilmiş işçilerin çıkarlarını savunacak bir partinin yokluğundan doğmaktadır. Küresel ölçekte de durum budur.
Bu sınıf sadece ekmek ve peynirle mi ilgilenmektedir? Tutucu sendika liderlerini mi izlemektedir?
Almanya'da Sol Parti, sadece sermaye politikalarına karşı sosyal adaleti değil, savaşa, ırkçılığa karşı çıktığı ve göçmen haklarını savunduğu için işçi sınıfından oy alıyor. Sadece Opel'de çalışan ve IG Metal Sendikası üyesi işçiler değil, bir lokantada bulaşıkçılık yapan göçmen kadın işçilerin de taleplerini savunuyor.
Türkiye'de de işçiler uzun zamandır "dar sınıf çıkarlarıyla" ilgilenmiyor. Darbe, Ergenekon, Kürt sorunu, ırkçılık gibi toplumun tümünü etkileyen politik bölünmeleri bu toplumun bir parçası olan işçi sınıfı da belirliyor. Kutuplaşmanın ekseni tamamen politik, bu yüzden yeni-liberal sağlık sistemi ve emeklilik hakkının gasp edilmesi gibi sorunlar için mücadeleye bir türlü varılamıyor.
İşçiler kafası boş varlıklar değil. Antonio Gramsci, saf kendiliğindenlik yoktur der. İşçi aynı anda Dersimli, kadın, eşcinsel, dindar ya da Türk olarak da düşünebilir.
Vladimir Lenin ve Rosa Luksemburg gibi sosyalistler, ekonomi ve siyaset ayrımını koyan sosyal-demokrasiye karşı çıkmıştı. Ekonomik mücadeleler politik mücadeleleri yaratabileceği gibi tersi de mümkündür. İşçi sınıfının devrimci bir sınıf olduğunun farkına varması diğer ezilenlerin sorunlarına sahip çıkması ve ezen devlete karşı mücadele etmesiyle mümkün. Ezilenleri özgürleştirecek yegane güç, kapitalizmi yıkma gücü ise işçi sınıfının elinde.
Yeni bir kitlesel sol parti, krizin faturasını ödemek zorunda bırakılan milyonlar gibi tüm ezilenlerin haklarını savunmalı. "Emek ekseni" ve "kimlik ekseni" gibi gerçek hayatta varolmayan ayrımlara kapılmamalı.
1. SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün'ün Neşe Düzel'le röportajı, 16/05/2009 - Taraf Gazetesi
2. Yeni parti için akademisyenler toplantısı-Bilgi Ü., 21/11/2009
3. Michael Hardt ile birlikte İmparatorluk, 2008, Ayrıntı Yayınları
4. Doğan Tarkan, günümüzde işçi sınıfının yok olduğu tezlerini ampirik bulgularla çürütüyor, Taraf Gazetesi,
http://www.dsip.org.tr/content/isci-sinifi-bitiyor-mu-dogan-tarkan