Can Irmak Özinanır
Son yıllarda liberalizm, sol içinde bütün bağlamından soyutlanarak hakaret yerine kullanılan bir sözcük hâline geldi. Eskiden her beğenmediğine faşist demek modaydı, şimdi bunun yanına bir de liberal eklendi.
Saf Kemalistlerden, utangaç Kemalist ulusal solculara kadar bu sözcüğü kullanma alanı konusunda geniş bir uzlaşı var: Darbeye karşı mücadele ediyor, statükonun gerilemesinden yana tavır alıyor, Kürt halkına, başörtüsüne özgürlük talep ediyorsanız liberalsiniz. Oysa ne liberalizm onların tariflediği gibi bir şey, ne de Marksistler liberalizme karşı böyle mücadele ederler.
Liberalizm nedir?
Liberalizm, Aydınlanma sürecinde ortaya çıkmış en önemli düşünsel ve siyasal akımlardan bir tanesidir. Liberalizmin temelini oluşturan düşünürlerden birisi olarak John Locke anılabilir. İngiliz filozof Locke’a göre devlet bireylerin gönüllü bir toplumsal sözleşmeyle oluşturduğu bir yapıdır. Burada liberalizmin çok temel bir varsayımını görmek mümkündür, liberalizm bireyleri tek tek çıkarları etrafında ele alan ve toplumsal süreçleri bireyler arasındaki ilişkinin bir sonucu olarak gören bir düşünce biçimidir. Liberalizm, burjuva sınıfının ortaya çıktığı bir aşamada ortaya çıkmıştı, feodalizme karşı tepkinin de bayraktarlığını üstlenmişti.
Bireyin doğuştan var olduğu varsayılan temel haklarını savunan politik bir çizgi ve ekonomide tam rekabeti savunan bir ekonomik çizgi savunuyorlardı. Bu klasik liberaller açısından etik bir projeydi. Ekonomi ve politika liberaller için bütünüyle birbirinden ayrıydı. Adam Smith ve onu izleyen ekonomi politikçilere göre kapitalist ekonomiye yön veren, insanların iradesinden bağımsız nesnel yasalardı. Bu yasaların sürebilmesi için ekonomiye müdahale edilmemeli, serbest rekabet garanti altına alınmalıydı. Herkes kendi çıkarını gözeteceğinden bir süre sonra toplumun genel refah seviyesi de yükselecekti. Piyasadaki herhangi bir bozulma, “piyasanın görünmez eli” tarafından zaten düzenlenecekti.
Bu düşünceler kapitalizmin gelişimi içinde elbette birer fantezi olarak kaldı. Piyasanın görünmez eli diye bir şey yoktu, hiç olmadı. Piyasanın eli, devlet olarak örgütlenmişti ve gayet sertti. Liberalizmin, politik idealleri pek çok zaman ekonomik gereklilikler yüzünden bastırıldı. Dolayısıyla liberalizm, toplumsal bütünlüğü anlayamadığı için her zaman eksik bir düşünce olarak kaldı. Elbette “bireylerin rasyonel eylemi”ne dayalı liberalizm ile toplumu sınıflar mücadelesi üzerinden açıklayan Marksizm arasında her zaman bir gerilim vardı.
Marksizmin liberalizm eleştirisi
Marksizm, pek çok kavramını kendisinden önceki ekonomi politikçilerden dolayısıyla liberallerden devralmıştı. Ancak Marx, işçi sınıfının toplumu dönüştürücü gücünü görmüştü ve klasik ekonomi politiğin eleştirisini geliştirdi. Ancak bugün algılananın aksine Marx, kendi düşüncesini liberalizm karşıtlığı üzerinden kurmadı, o kapitalizmin işleyiş yasalarını ve bunun içinde işçi sınıfının bir toplumsal devrim aracılığıyla toplumu değiştirebileceğini gösteriyordu. Marx’tan sonraki Marksistler için de aynı durum geçerliydi. Örneğin; Lenin ve Bolşevikler belirli koşullar altında Rusya’daki Çarlık Rejimi’ne karşı liberallerle işbirliği yapmayı dahi uygun görüyorlardı. Ayrıca liberal demokrasilerin kendisinden daha gerici rejimlere karşı savunulması Marksistler açısından vazgeçilmez bir görevdi.
Bu marksizmin, liberalizme karşı bir mücadele yürütmediği anlamına gelmez. Marksizmin bizzat kendisi özgürlüğün kazanılmasının tek yolunun işçi sınıfının iktidarından geçtiğini söylemekle liberalizmin ekonomi ve politikayı birbirinden ayıran anlayışına en sert eleştiriyi getirir.
Liberalizme karşı devleti savunanlar
Bugün liberalizme karşı mücadele ettiğini iddia ederek, özgürlükleri savunan devrimci Marksistlere “liberal” sıfatını bir küfür olarak layık görenler genel olarak ulus-devletin statükosunu sözde bir liberalizme karşı sahipleniyorlar. Nereye baksalar liberalizm görenler, mevcut toplumda en büyük sorunu da liberaller olarak görmek gibi bir hastalığa sahipler. Yani sermayenin rahatça sermaye birikimini sürdürebilmesi için ulus-devleti oluşturanlar, daha sonra askeri darbeler aracılığıyla neoliberal ekonomik politikaları zorla tesis edenler, işçi sınıfını baskı altına alan devlet mekanizması sorun değil. Darbecilere karşı çıkan “liberaller” sorun. Ulus-devletin yasaklarından yana tavır alanlar “Marksist”, yasaklara karşı çıkanlar “liberal”. Liberalizme karşı ulus-devletin yanına sığınmanın tek bir adı vardır, o da gericiliktir.
Bir de ekonomizmi Marksizm zannedenler var. “İşçi sınıfı” lafını ne kadar çok anarsa, ne kadar ekonomik mücadele yürütürse o kadar Marksist olduğunu zannedenler aslında liberallerle ortak bir zeminden dünyayı algılıyorlar: ekonomiyi politikadan ayrı tutuyorlar.
Soyut değil somut mücadele
Günümüzde temel sorun soyut bir liberalizm değildir. Marksistler, liberalizme karşı soyut bir politika değil, gerçek sorunlar etrafında ekonomiyi ve politikayı birleştirmeye çalışan devrimci bir politika yürütürler. Sosyalistlerin derdi asla liberalleri sindirmek olamaz çünkü sosyalistler, faşistler hariç herkes için sınırsız örgütlenme ve söz söyleme özgürlüğünü savunurlar. Siyasal özgürlüklerin en tutarlı savunucusu sosyalistlerdir.
Sosyalistler bir yandan özgürlükler için gerekirse liberallerle de yan yana gelerek mücadele eder, bir yandan da somut bir gerçeklik olan neoliberalizmin yıkımına karşı mücadele ederler çünkü kapitalizme karşı mücadele somut bir mücadeledir.