Seçim süreci sona erdi. Seçmenlerin yüzde 86.7'si seçimlere katıldı. Bu yüksek bir oran. Son haftalarda giderek artan gerginlik düşünüldüğünde, özellikle AKP-CHP ve MHP temsilcilerinin miting meydanlarında ve televizyonlarda gerginliği tırmandıran konuşmalar yapmaları, kutuplaşmayı artırdı.
Seçimlerde AKP, yüzde 49.90 alarak birinci parti oldu. 2002 seçimlerinde yüzde 34.28 alan AKP, 2007 seçimlerinde oyların yüzde 46.58'ini almıştı. Son seçimlerde ise AKP oylarını yüzde 3.32 artırarak 21.5 milyon seçmenin oyunu aldı. Oylarını yaklaşık yüzde 4 artıran AKP açık ki Saadet Partisi gibi, HAS parti gibi partilerden de oy çaldı.
Yine de bu seçimler tarihe, sadece AKP'nin iki kişiden birisinin oylarını almasıyla değil, Kürt hareketinin yaşadığı siyasi sıçramayla da geçecek. Seçimlerin en önemli sonucu, Kürt sorununda çözüm arayışına dair atılması gereken somut adımların daha fazla ertelenemeyecek düzeye sıçradığını kanıtlaması oldu. Açık ki bu süreç, aynı zamanda yeni bir anayasanın gündeme oturması ve şekillenmesi için kıran kırana verilecek bir mücadeleyle de elele gidecek.
AKP'nin oy yükseltmesi
AKP'nin üçüncü dönemine giren bir hükümet partisi olarak, iki kişiden birisinin oylarını alması, üzerinden basitçe atlanabilecek bir gelişme değildir. "Toplumun yarısı da AKP'ye oy vermedi" diyerek, mızıkçılık yaparak üstü örgütleyebilecek bir seçim sonucu değil karşı karşıya olduğumuz.
AKP'nin seçim başarısının en önemli nedeni, dünya krizine rağmen, ekonomik krizin Türkiye'yi derinlemesine sarsmamış olması. Tersine, bir ekonomik istikrarın hem egemen sınıf ve orta sınıflar açısından önemli bulunması ve AKP yerine bir koalisyon hükümetinin, üstelik CHP-MHP gibi bir macera koalisyonunun bu istikrara darbe vurması ihtimali, seçmenleri AKP'ye oy vermeye itti. Ama AKP sadece sermaye sınıfından ve orta sınıflardan oy almadı. İstanbul, Bursa ve Kocaeli gibi işçi kentlerinde de en yüksek oyu alan parti oldu. Özellikle işçi sınıfının azımsanmayacak kadar büyük bir kitlesel eğilimle AKP'ye oy vermesinin nedenlerini açıklamak zorundayız.
Burada da önemli olan birinci etken, emekçilerin de siyasal istikrarsızlık yerine, istikrarı tercih etmiş olması. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İzlanda, Macaristan gibi ülkelerde kriz yoksullara egemen sınıfların gözü dönmüş saldırısına vesile olurken, Türkiye'de ekonomik büyüme göstergelerinin krizden bir süre daha etkilenilmeyeceğini kanıtlaması, emekçilerin önemli bir kesiminin istikrar yönünde siyasi eğilim belirlemesine neden oldu.
Ne Tekel direnişi, ne kentsel dönüşümün yarattığı tahribat, ne sağlıkta dönüşüm politikalarının sağlığı her geçen gün daha da paralı hale getirmesi, ne asgari ücretin sefalet ücretine tekabül etmesi, ne işsizliğin yüksek boyutları dünya krizinin bir dizi ülkede yarattığı istikrarsızlıkla kıyaslanabilecek düzeyde.
ABD karşıtlığının oya tahvili
AKP'nin toplumu derinden etkileyen ikinci önemli özelliği ise, İsrail'e, ABD'ye ve Davos'ta olduğu gibi evrenin efendilerine kafa tutuyor görünmesi. Arap devrimlerinden yana alınan sahte tutum, Libya'da direnişçilerden yana politik açıklamalar yaparken daha birkaç sene önce Kaddafi'yle sarmaş dolaş olduğunun unutturulması, Gazze ile dayanışırken İsrail'le ikili askeri anlaşmaların son hız devam etmesi gibi gerçekler geri plana itiliyor.
AKP ABD'ye kafa tutar görünüp ABD karşıtı havayı oy deposuna çevirirken, bir yandan da bölgesel bir güç olmak için hamle ediyor. Gazze'ye ağlarken, Diyarbakır'a gaz bombalarıyla defalarca saldırması, ezilen halkların kaderini kendilerinin belirlemesi gerektiğini vurgularken, Kürt sorununda idam fermanları yayınlaması teşhir edilemediği için milyonlarca insan, tıpkı Ortadoğu'da Tayyip Erdoğan pankartları taşıyan göstericilerin yaptığı gibi, AKP'nin mazlumların yanında görülmesine neden oluyor. Mısır'da namaz kılan milyonlarca insanı alkışlayan AKP'lier Kürt illerinde sivil itaatsizlik eyleminin bir göstergesi olarak namaz kılanları aşağılamak için sözlüklerde kullanılmadık kelime bırakmadı.
AKP özgürlükleri mi savunuyor?
Sadece ekonomik alanda yeni liberal politikaları savunmasına rağmen değil, özgürlükler alanında ulaşabileceği son burjuva sınıra ulaşmış olmasına, arka arkaya anti demokratik uygulamaları savunmasına rağmen, AKP toplumun yarısı tarafından değişimin adresi olarak görülüyor.
Askeri vesayete karşı çıkar görünen AKP'nin yetkili ağızları, darbe tehdidi bir ölçüde geriler gerilemez, "Ordu artık milletin ordusu" olmuştur türü açıklamalar yapmaya başladı.
27 Nisan muhtırasına karşı 28 Nisan'da kafa tutan bir bildiri kaleme alan AKP kurmayları, seçimlerden bir hafta önce, 27 Nisan'ın bir darbe değil, bir yaklaşım olduğunu açıkladılar.
Başörtüsüne duyarlı gibi görünen AKP, çok sayıda başörtülü kadının "Başörtüsü yoksa oy da yok!" kampanyasına rağmen, üstelik artık kapatılma riskini de hemen hemen hiç taşımazken, başörtülü bir milletvekili adayı göstermedi.
Daha önemlisi, AKP'nin tüm seçim kampanyasını milliyetçiliğin zehirli diline uyarlamış, Kürt sorununda sakil bir söylem tutturmuş olmasına rağmen, Kürt halkının en basit birkaç talebine bile en küçük bir jestle yanıt vermemiş olmasına rağmen, hala özgürlüklerin adresi olarak görülebilmesi.
100 bin Ermeni'yi sınır dışı etmekle tehdit eden hükümet partisi, açık ki çok sınırlı bir alana sıkıştırılmış bir özgürlük anlayışına sahip. Buna rağmen, milyonarca insanın AKP'yi adres olarak görmesinin tek nedeni, muhalefetin daha az özgürlükçü olmasında, statükonun bekçiliğinin propagandasını yapmasında, yer yer ırkçı ama genel olarak en fazlasından sol bir sosa bulaştırılmış milliyetçiliği kullanmasında, özetle, Ergenekon zihniyeti kapsamında bir politik reçete sunmasında aranmalı.
Bu reçetenin kanlı, darbeci, milliyetçi yanı artık gizlenemiyor.