2013 yılı, siyasi alanın savaş-barış tartışmasıyla bölünmesiyle başladı. Bu bölünme her gün derinleşerek ilerliyor.
''Çözüm süreci'' adı verilen gelişme, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülmesini gündeme getirdi.
Savaştan bezgin olan milyonlarca insan gelişmeleri coşku ve umutla karşıladı. Özellikle, 21 Mart'ta Newroz kutlaması sırasında milyonlarca insana canlı yayında okunan mektubuyla Abdullah Öcalan, barış yönünde çok önemli mesajlar verdi.
Hakları için savaşanlar, şimdi barış zamanı olduğunu, demokratik alanda mücadele etmenin gününün geldiğini savunuyor. Kürt halkı, barış istiyor, haklarını kazanmak istiyor ve çözüm sürecinin haklarını kazanmak için çok önemli bir ivme yarattığını görüyor.
İşte saflaşmanın savaştan yana olan tarafı, bu gerçeği görüyor. Savaş isteyenler, her şeyden ama her şeyden önce, Kürt halkının varlığının tanınmasına karşı. Kürt halkının toplumsal bir bileşen olarak tanınmasına karşı. Resmi ideolojinin yalanlarının sona ermesine karşı.
Savaş isteyen tarafın sözcülüğünü Devlet Bahçeli yapıyor. Zamanı geldiğinde, barış isteyenlerin, çözüm sürecine emek harcayanların ölüm emrini vereceğini ilan etti. Savaşın devamını isteyenlerin sözcülüğünü MHP'nin yapmasında bir terslik yok.
Tarihi barış ve Kürt düşmanlığıyla dolu olan MHP'nin tehditleri kadar şu da önemli: CHP'nin sol gösterip sağ vurarak barış sürecine karşı çıkması, ulusalcılığı solculuk olarak pazarlayanların savaşın devamı için gerekçeler üretmesi.
Bu yüzden, ''Çözüme evet'' diyenlerin daha fazla zaman kaybetmemesi gerekiyor. Kürt halkının haklarını kazanmasını, demokrasinin gelişmesinin kopmaz bir parçası olarak gören ve çözüm sürecinin, barış ve demokrasinin gelişmesi süreci olduğunu düşünenlerin, hızla sokağa çıkması, yaygın bir kampanyaya başlaması ve yeni bir ses olarak, savaşa karşı barışın sesinin çok daha gür çıkması için harekete geçmesi gerekiyor.