Şenol Karakaş
Karl Marks ölmeden birkaç sene önce kendisiyle röportaj yapan bir gazeteci şunları yazıyor: "Bütün bu söyleşi, yaşın ve çağların izi üzerine, günün konuşmaları ve akşam sahneleri, zihnimde, yanıtını bu bilgeden isteyeceğim varlığın nihai yasasıyla ilgili sorusunu düşürdü aklıma. Dilin derinliklerine dalarak ve vurgunun yükseklerine çıkarak, devrimciyi ve filozofun sözlerini şu vahim sözcüklerle kestim: 'Nedir?'… 'Nedir?' diye sorduğum soruya, derin ve ağırbaşlı bir tonla yanıt verdi: 'Mücadele!' Başta sanki çaresizliğin yankısını duymuşum gibi geldi bana; ama ola ki, bu yaşamın yasasıydı."
Mücadele, yaşamın yasası olduğu gibi, egemen fikirler dünyasını parçalayacak da tek araçtır. İşçi sınıfının kapitalist üretimin kendi doğasından kaynaklanan devrimciliği, yine kapitalist sınıfın tüm toplumsal yapıların en derinlerine işleyen fikirlerinin egemenliğiyle örselenir. Egemen fikirler, her gün yeni baştan işçi sınıfını böler. Bu yüzden işçi sınıfının fiziksel bölünmüşlüğünden daha önemlisi, fikri bölünmüşlüğüdür. Her politik konu, dünyada yaşanan her keskin politik tartışma, işçi sınıfının saflarında da aynı sertlikte yaşanır. Egemen sınıf, tüm propaganda araçlarıyla, yukarıdan aşağı, radikal bir değişimin gerçekleşemeyeceği yönünde fikri saldırısıyla işçilerin dünyasında hegemonya kurmaya çalışır. Devlet, aile, din, eğitim, her yanı kuşatan boğucu bir ağ olarak medya, kültürel ve ahlaki değerlerin toplamı, egemen sınıfın silah arkadaşları olarak sadık rollerini oynar. Bu rol, temelde, kapitalist sistemin akla uygun tek sistem olduğunu, olsa olsa bir miktar daha reforme edilerek biraz daha akla uygun hale getirilmesinin yeterli olacağını anlatmaktan ibaret.